Kategoriler
Röportaj & Söyleşiler

Dr. Cihan Taştan – Acıbadem Üniversitesi Labcell Söyleşisi

Hamit Can Sayılgan: Dr. Cihan Taştan kimdir?

Cihan TAŞTAN: Ağrılıyım. İlkokul aşamam babamın mesleği dolayısıyla birçok okulda gerçekleşti. Ağrı, Hakkari, Van, Ardahan’da geçen ilkokul, ortaokul ve liseden eğitimimden sonra ODTÜ’de Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’nü kazandım. Orada en çok yapmayı sevdiğim; insanlar yazın staj yaparken staj yapmak yerine sponsor arayıp, MIT ve Harvard’da düzenlenen uluslararası genetiği değiştirilmiş organizmalar üzerine gerçekleşen yarışmalara (iGEM) katılmak oldu. Sonucunda bu yarışmalardan gümüş ve altın madalyalar kazanarak, üniversite bitmeden önce “Klonlama nasıl yapılır? Bakterilerin genetiği nasıl değiştirilir?” gibi konular hakkında bilgiye sahip olmuştuk. Bu da bize bir noktada doktora veya yüksek lisans zamanında baya bir ivme kazandırdı. Üniversitemi bitirdiğim zaman da hem hocalarım bana yüksek lisans teklif etmişti hem de bir iki tane şirket it teklifinde bulunmuştu. Fakat benim hedefim şuydu; “Gerçekten bilim nasıl yapılır?” öğrenmek istiyordum. Benim zamanımda gerçekten bunun nasıl yapıldığını öğrenmek için yurt dışına çıkmak gerekiyordu. Bir sorun nasıl tespit edilir? O soru nasıl bir bilimsel soruya dönüştürülür? Devamında nasıl bir hipotez olur? O hipotezi nasıl test edebilirsin? Bunların hepsini doktora zamanında, beş-altı yıllık süreç içerisinde, hayal kırıklıkları ve üzüntüler ile yaşayıp, öğreniyorsunuz ama en sonunda bitirdiğinizde size phD, yani “Philosophy of Doctor” diyorlar. Deney yapmak, doktora değildir! Mesele gördüğünü yorumlayabilmek, yorumlayabildiğinden belli bir teori çıkartmak, o teoriyi tekrar test etmek ve en sonunda bunu bilimsel literatüre kabul ettirmektir. Senin yaptığın şeyin hikâyesinin doğruluğunun test edilmesi önemli ve ardından dergiler – kimi zaman o dergideki hakemlere “cellatlar” denilebiliyor – yapıcı ve zor eleştiriler veriyor akabinde hayatta kalmanız gerekiyor. Hayatta kalmayı başardığımda Nature’ın alt dergilerinden birinde makalemiz yayınladı.

Üniversite döneminde bakterilerin genini değiştiriyorken doktorada insan hücrelerinin genetiğini değiştirmeye geçtik. Doktora hikayem de oldukça ilginç oldu. Hiç sabit bir yerde kalamadım. Doktoraya 2011’in yaz aylarında New York Üniversitesi Mikrobiyoloji Bölümü’nde başladım. 2015’e doğru Danışman hocam Prof. Dr. Derya Unutmaz bu sefer dedi ki: “Tamam, buradaki heyecanımız bitti. Jackson Laboratory’e gideceğiz.” Jackson Laboratory dünyaca ünlüdür ve transgenik genetiği değiştirilmiş fareler üretirler. Onlar genomik tıp üzerine bir enstitü kuruyorlardı. Hocam davet edildi ve akabinde ben de onunla birlikte çalışmaya gittim. Üç yıl New York’ta, üç yıl da Connecticut eyaletinde geçti. Doktoramı bitirdim, doktora tezim Mikrobiyoloji, MikroBiyom ve İmmunoloji arasındaki ilişki üzerineydi. İnsandaki bakteri çeşitliliğinin vücudumuzda yaptığı yan etki ya da kendi bağışıklık sistemi hücrelerimizin bakterileri nasıl dost ve düşman olarak ayırabildiği ile ilgili bulgular elde ettik. Bu çalışmaların en sonunda şunu diyebildim: “Ben insanda, belirli bir biyolojik sorunun cevabını buldum!” ki bu da birçok bakteriyle ilişkili hastalığın neden ve nasıl oluştuğunu açıklıyor. Bütün bu süreçler bitince Türkiye’ye döndüm. Acıbadem LabCell Laboratuvarında kanser immunoterapisi üzerine bir buçuk yıldır çalışıyordu. Beni de bu proje kapsamında davet ettiler ve bu şekilde burada çalışmaya başladım.

Hamit Can Sayılgan: İmmunoterapi üzerine mi çalışıyorsunuz?

Cihan Taştan: İlk başta öyleydi halen de öyle ama artık işin vizyon kapısı biraz daha aralandı ve o kısmı artık sürdürebilir bir duruma getirdik. O projeler devam ederken dedik ki genetik tedavilere de yoğunlaşalım çünkü birçok kas hastalığına sahip insanlar var ve bunlar gen terapisi bekliyorlar. Baya umut verici gelişmeler var.

Hamit Can Sayılgan: Acıbadem LabCell Laboratuvarında Neler Yapılıyor?

Cihan Taştan: 2017 Ekim sonunda geldiğimde Ar-Ge bölümünde Dr. Derya Dilek Kançağı ile beraber sadece transgenik “CAR-T” üretimi için çalışıyorduk ve preklinik deneme aşamaları devam ediyordu. Burada çalışmaya başladığımızda; normalde satın alınan virüsleri kendimiz üretmeye başladık. Bunları “T hücrelerine” yani, insanın bağışıklık hücrelerine aktardığımızda genetiği değiştirilmiş CAR-T hücrelerini üretebildiğimizi gördük. Böylece iş büyüyerek, sürekli klinik güvenirlilikte, GMP standartlarında DNA ve akabinde virüs üretebileceğimiz bir sistem kurduk. Normalde virüs üretebilmeniz için DNA’ya ihtiyacınız olur dolayısıyla virüsten önce bakteriyi kullanırsınız. Bakteriden DNA’yı üretirsiniz sonra virüs üretirsiniz daha sonra insan hücresine geçersiniz. Bu şekilde aşamalı ve karmaşık bir sistemdir.

Bu bizim Akan Hücreölçer (Flow cytometry) cihazımız. Okunması istenilen hücrelerin üzerindeki protein ifadesini (Protein Expression,) otomatik olarak Akan Hücreölçer aracılığı ile görüyoruz ve antikor ile hücreleri istediğimiz şekilde işaretleyebiliyoruz. Bu antikorlara ise boyalar bağlı. Antikorları hücreler üzerine koyuyoruz, eğer o hücrede antikorun bağlandığı protein varsa bize farklı dalga boylarında ışıma veriyor. Bunu nasıl sağlıyor? Makine içerisinde lazerler var, bu lazerler aracılığıyla teker teker her rengi ayırabilecek bir sistem var. Boyama tablosu üzerinden takip edebiliyoruz.

Virüsleri, T hücresine verdikten sonra işin çalışıp çalışmadığını görmek için renklendiriliyor ve işaretlendiriliyoruz.

Buradaki cihazımız yüksek hacimli kültüre yönelik ve henüz buraya geçmedik. Bu, Biyofermentör dediğimiz daha büyük bir cihaz. Amacımız ise hücreleri milyarlarca kez çoğaltmak. Çoğalttıktan sonra ise bu hücreleri dondurup yüzlerce kez kullanmak istiyoruz.

Hamit Can Sayılgan: Hocam, cihaz, hücre alımı konusunda yurt dışına olan bağımlılığı önlüyor diyebilir miyiz?

Cihan Taştan: Evet, özellikle kendi genetik yapılarımızı ve genetiği değiştirilmiş GMP standartlarında hücrelerimizi yerli bir şekilde üretebiliyoruz! Ayrıca bu tip şeyleri üretime döndürüp, satış yapılmasını istiyorsanız küçük hacimlerde değil de büyük hacimlerde çalışmanız gerekiyor. Bunu genişletmek için özellikle mesai harcıyoruz.

Hamit Can Sayılgan: Bu durum üretim ve Ar-Ge sonuçlarının etkilememesi açısından uygulanıyor, değil mi?

Cihan Taştan: Keza, zaten bunların hepsi bizim bulduğumuz kurallar değil. Aslında sağlık kuruluşlarının koyduğu kurallar. Yani bir şeyi insana uygulanabilir seviyede üretmek istiyorsan, gerçekten çok detaylı kalite kontrolleri ve güvenlik basamaklarından geçmesi gerekiyor.

Acıbadem LabCell tamamen planlı olarak çalışmakta ve kendi başına kök hücre bankacılığı yapan bir kuruluş. Büyük tanklar vasıtasıyla dondurulmuş on binden fazla bebeğin kordon kanı özel kutularda depolanmakta. Süreç kayıt altına alınıyor, ailelere haber veriliyor. Bunların planlanması operasyon ekibi tarafından yapılıyor. Yani biz gerçekten büyük bir aileyiz. Öte yandan kalite kontrol birimimiz; yapılan her deneyin takibini teker teker yapmakta. Üretim birimi; GMP yani, Good Manufacturing Practice dediğimiz insana verilebilecek sterilitede ürünlerin üretilmesini sağlıyor. Bizler bütün bu virüs, bakteri ve DNA çoğaltma işlemlerini başarıyla gerçekleştirince: “Neden gen tedavilerini araştırmayalım?” sorusu ortaya çıktı. CAR-T’nin dışında çok farklı genetik hastalıklara odaklandık. “Her genetik hastalığı nasıl tedavi edebiliriz?” sorusunun cevabını aramaya başladık.

Sosyal medyada görmüş olduğun Noter onaylı buluş görseli ise farklı kanser türlerini tanıyabilecek genetik tasarımlar ve bunların üretimlerini kapsayan önemli basamakları içermekte. Bu tasarımların içerisine hücreleri intihara sürükleyebilecek genler dahi koyabiliyoruz. Bu çalışmalarımızı şu örneğe benzetiyorum. Elon Musk’un Mars’a bir uzay aracını indirmesi için gereken birçok karmaşık basamak olduğu gibi bizler de, gözle görünmeyen bir hücreyi, kanser hücresinin üzerine indirmeye çalışıyoruz. Bunun için hücrenin vücutta kalabilmesi, istediğimiz kadar yaşayabilmesi, etkin bir şekilde bağlanabilmesi, bağlandıktan sonra ise kanseri öldürebilmesi ve bunları yaparken de o vücuda zarar vermemesi gibi önemli süreçleri başarıyla gerçekleştirmesi gerekmektedir.

Hamit Can Sayılgan: Gerçekten tıpkı Elon Musk’un okyanus üzerine indireceği Falcon 9 roketi gibi.

Cihan Taştan: Kesinlikle ve hassasiyetin çok yüksek olması gerekiyor. Ayrıca, vücuttaki diğer hücrelere saldırmaması lazım. İşte bu sebepten ötürü; immunoterapi ürünlerini kalite kontrollerden geçirerek üretiyoruz.

Hamit Can Sayılgan: Gen terapisi nedir?

Cihan Taştan: Öncelikle “terapi” dediğimiz kelime, tedaviyle eş anlamda ve gen terapisi şudur; kanser dahil, hastalıklara sebep olan bazı genlerdeki bozuklukların veya genlerin tedavisidir. Gen ne demek? Bizim biyolojik yapı taşlarımız olan proteinleri üreten emir dizileri. Bu diziler birkaç bin DNA harfinden oluşuyor ve Gen dediğimiz dizilerle birlikte vücudumuzda yaklaşık yüz binden farklı proteinler üretiliyor.

Hamit Can Sayılgan: ATP üretiminde rol oynuyor diyebilir miyiz?

Cihan Taştan: ATP de bir protein hatta makro molekül. Bunları da üreten dizilere gen dizileri deniyor. ATP onların içerisinde bir ya da iki tane genin birleşimiyle oluşan diyebiliriz. En basitinden Adrenalin, Hemoglobin vs. proteinler belli başlı genlerden üretiliyor. Tabii vücudumuzda son araştırmaya göre böyle genler kırk bir bin civarında tespit edildi. Bu kadar gen, sürekli olarak büyürken, biz gelişirken mutasyona uğruyor. Prof. Dr. Aziz Sancar hocamızın da DNA tedavi mekanizmasını keşfettiği gibi bizim vücudumuzdaki hücreler sürekli çoğaldıkça bazen kırılmaya maruz kalıyor.

Hamit Can Sayılgan: Evrimleşmesi gibi mi?

Cihan Taştan: Öyle olabilmesi için yeni bir özellik kazanması gerekiyor. Genellikle biz burada özellik kaybediyoruz. Örneğin kas, özelliğini kaybediyor. Hastalıklar bu minvalde gerçekleşiyor. Gen terapisi nerede başlıyor? Diyelim ki bir genimiz var ve bu genin içerisinde mutasyon dediğimiz küçük harf değişimleri ve bazen kırılmalar oluyor; bir harf değil de bin harf birden kaybediliyor. O insanın maruz kaldığı stres, çevresel faktörler de bu durumu etkiliyor. Bazen de tesadüf olarak gerçekleşiyor bu durum. Şimdiye kadar bunları tedavi edebilmek için ilaç şirketleri, ilaç üretmeye çalıştılar. Ancak, X protein eksikliğini giderebilmek için onun yerine geçebilecek ilaç bulmak olanaksıza çok yakın. Her zaman bunu bulamıyorsunuz. Yaklaşık yedi bin tane farklı genetik hastalığın her biri için ilaç bulmak macerasına girersek – ki bu milyonlarca dolar demek – bunun içinden çıkamayız.

Hamit Can Sayılgan: Eşitlik hiçbir şekilde yok. Nereden getireceğiz, zaman koşulları vs. epey problem çıkıyor.

Cihan Taştan: Kesinlikle. New York Üniversitesi’ndeyken ilaç şirketinden insanlar gelmişti. Dedik ki “Tamam, güzel ilaçlar üretiyorsunuz fakat Afrika’da şu hastalıklar da var, onlar üzerinde de çalışsanız ve paylaşsanız onlar için de güzel tedavi üreteceksiniz.” bize verilen cevap şuydu; “Ar-Ge yapsak o ilaçları üretiriz fakat o Afrika’daki insanın ilacı almaya parası yetmeyecek ki” hele ki genetik hastalıkların çoğu nadir hastalıklara giriyor. İki bin insanda bir oluyor. Bunu popülasyona vursan binlerce insan ediyor ama ilaç şirketlerinin para kazanma mantığına uymayan şeylerdi. Ne zamana kadar? CRISPR Gen Modifikasyonu ya da diğer gen aktarım teknolojileri gelişince; bu sefer insanlar dedi ki “Biz ilaç araştırması yapmak yerine, X geni mi bozuk o insanda, o insanın X genini biz dışarıda sentetik olarak üretelim ve onu hücrelerin içerisine verelim.” keza, az önce burada gördüğünüz virüslerde de kanseri tanıyabilen protein dizisi vardı. Bu dizi normalde vücudumuzda hemen hemen hiç olmadığından ötürü biz bu diziyi bağışıklık hücrelerine verdiğimiz için bir bakıma “kansere karşı gen tedavisi” yapıyoruz. Eksik veya ihtiyacı olan genleri aktarıyoruz.

Hamit Can Sayılgan: O halde, bu sürece de genel olarak Gen Terapisi deniliyor.

Cihan Taştan: Evet fakat CRISPR gibi bozuk olan geni tamir etme süreçlerine de Gen Terapisi deniliyor, bozuk olan geni tamir etmek yerine o genin özelliğini sağlayacak sentetik olarak aynı gen işlemini gerçekleştirmeye de Gen Terapisi deniliyor.

Hamit Can Sayılgan: CRISPR, Gen Terapisi’nin alt kümesi oluyor bu durumda.

Cihan Taştan: Evet, bu şekilde birçok işlem var. RNA Terapisi gibi.

Hamit Can Sayılgan: CRISPR nedir? CRISPR’ın yanında dahil olan CAS-9 nedir? Neden son zamanlarda bu kavramların adını sıkça duyuyoruz?

Cihan Taştan: CRISPR yaklaşık olarak 1987 yılları civarında keşfedilen bir kavram. Anlaşılması oldukça zaman aldı. Bakterilerde ne işe yaradığı tam olarak bilinmeyen gen dizileri vardı. 2000’li yıllara doğru bu dizilerin; bakterilerin virüslere karşı bir koruma mekanizması olarak kullanıldığı düşünüldü. En sonunda 2000’li yıllarda, virüsler bakterilere bulaştığında, bakteri CAS enzimleri dediğimiz enzimlerle; virüslerin genomundan bazı dizileri alıyor ve kendi genomuna entregre ettiği ortaya çıktı. Bakterinin aldığı o virüs, DNA parçasını daha sonra kullanıyor. Ne için kullanıyor? Aynen CRISPR sistemi gibi o DNA’dan rehber RNA üretiyor. Başka bir bakteri gelip oraya bulaşırsa, o rehber RNA gidip onun genomuna bağlanabiliyor. Diyor ki “Ben seni önceden tanımıştım” yani bir nevi adaptif bağışıklık sistemi gibi, sürekli tanıyabilen. Nasıl ki bir aşı yaptırıldıktan bir süre sonra o mikrop tekrar bulaştığında tanıdığımız gibi bakteriler de önceden virüsler ile kendini aşıya maruz bırakılırsa daha sonraki virüsü daha hızlı tanıyıp, onun genomunu CRISPR sistemi ile kestiğinde bu sefer o DNA’sını çoğaltamıyor ve çoğalamadan orada ölüp, gidiyor.

Hamit Can Sayılgan: Tanıyamadığı için savaşan bir hücre geliyor ve onu yok ediyor aslında. Tanımı yapacak olursak anladığım kadarıyla; insan vücudunu veya hücreyi bir yazılım olarak düşünürsek yıllardır bu yazılımın algoritması anlaşılamadı ve çözülemedi. Sonradan bu yazılım zaman içerisinde çözüldü ve ardından bu yazılım hack’lendi.

Cihan Taştan: Kesinlikle! Sonradan 2012 civarında Jennifer Doudna olsun, Feng Zhang olsun, bunun gibi birkaç tane daha bilim insanı var… Epey bir patent savaşı içerisine girdiler çünkü bu sefer “Biz bu sistemleri alıp insan genlerini değiştirmek veya tamir etmek üzerine kullanabiliriz” dedikleri an bu konuda yaklaşık beş yılda binlerce makale yayınladı.

Hamit Can Sayılgan: Bu konuda öncü olabilmek adına mı?

Cihan Taştan: Öncü olabilmek, bir de şu var; bu sistemlerle artık gen terapilerine girecekleri belli olduğu için o patent savaşlarının asıl sebebi milyarca dolarlık gelirin kime gideceği.

Hamit Can Sayılgan: Endüstrinin lideri olmak!

Cihan Taştan: Aynen öyle.

Hamit Can Sayılgan: Bu arada gelişmeyi bilgisayar programı ve yazılım olarak tanımlamak sizce doğru mu?

Cihan Taştan: Doğru. Ayrıca yayınlanan binlerce makalede herkes kendi yaklaşımını sunarak ön plana çıkarttı. Biz orada yayınlanan beş ila yedi bin makale içerisinde sadece iki tane makale yayınladık. Aslında beş senede bu kadar makalenin yayınlanması muazzam bir olay. Bu gelişmenin kolay, ucuz ve ulaşılabilir olduğunu ortaya koyuldu. Ayrıca, bilim insanları dünyaca bilinen ve DNA’ları kar amacı gütmeden paylaşan bir şirkete araştırma yaptıkları DNA’ları bağışladılar. Biz de Feng Zhang’in ürettiği DNA’ları ve CRISPR mekanizmalarını kullanarak bağışıklık T hücreleri üzerinde CRISPR yaptık. Dolayısıyla başka bir ülke de bu çalışmayı böcekler, fareler ve bitkiler üzerinde gerçekleştirdi. Bitkiler için yapılan çalışmada o bitkinin kurak bölgede daha dayanıklı olmasını sağladı. Bu da bambaşka bir kapı araladı. Bizim bildiğimiz GDO’lar ile CRISPR modifiye edilmiş bitkiler, besinler GDO klasmanıyla örtüşmüyor. Sebebi şu; normalde bitkide GDO olması için – diyelim ki kuraklığa dayanması için – A canlısından bir gen aktarılıyorsa o A canlısı kuraklığa daha dayanıklı olduğu için bitki de dayanıklı oluyor. Ancak buradaki olayda CRISPR sistemi bitkiye yollanıyor. Bitkinin kendi geninde bu kuraklığa dayanıklılık oluşuyor ve en sonunda yok olup gidiyor. İnsanlar gidip o bitkinin DNA dizilimine baktıklarında başka canlının DNA dizilimini göremiyorlar ve oradaki tamiri, modifikasyonu da hissedemeyecekleri için o aslında GDO’lu olmasına rağmen normal bir bitkiymiş gibi gözüküyor.

Hamit Can Sayılgan: Bu tekniğin uygulamasının ardından tarım uygulamalarında aşılama ve diğer aşamaları gerçekleştirmeye gerek duyuluyor mu?

Cihan Taştan: Genetik modifikasyonda bu aşamaları gerçekleştirmeye gerek kalmıyor. Bu da çoğu şirkete ve ülkelere avantaj sağlayacak. Nasıl ki uzay teknolojilerini geliştirmek bir ülke için hem itibar hem de ekonomi kazandırıyorsa şimdi de artık genetik tedaviler, mühendislikler geleceğin değil şimdinin mesleği olarak – gerek bitki olsun, gerek enerji olsun  (mesela benzin üreten bakterilerin üretilmesi,) gerek tıp olsun – birçok ilacı yurt dışından almak yerine bazı kanser ilaçları milyarlarca dolar bunları yurt dışından almak her sene ülkemizden doların yurt dışına çıkması demek. Bunları yurt içinde ürettiğimizde sadece kendi paramız veya kendi insanımız kurtulmakla kalmıyor aynı zamanda sağlık turizmi patlayıp Türkiye’ye dönük oluyor.

Hamit Can Sayılgan: Peki bu CRISPR, CAR-T ve çeşitli terapi süreçleri eşit gelir seviyesinde bir tedavi sağlıyor mu?

Cihan Taştan: Çok güzel bir soru. Buradaki en güzel şey şu; az önce bahsettiğim ilaç şirketleri o ülkede ilaç üretmeye girmiyorlardı fakat CRISPR sisteminin gelişmesi ile elli bin, yüz bin dolar gelir CRISPR için ayrılıyor. Bazen sunumlarımda da gösteririm, belirli başlı hastalıklarda artık gen aktarım teknolojileri klinik aşamada onaylandı. Hatta şirketler satmaya da başladı. Bir tane şirket bağışıklık sisteminin yetmezliğe sebep olan “Booble Boy” denilen balon çocuk hastalığına karşı bir genetik modifikasyona sahip ve bunu; sadece o gen, kök hücresine aktarıldığında o çocuk ölmekten kurtuluyor ve bunun etiket fiyatı yaklaşık altı yüz altmış bin dolar. Bu kadar pahalı olmasından dolayı bazı şirketler gen terapisinden uzak durmaya başladı. Bu da bambaşka bir etik sorun ortaya çıkarttı. Normalde ilaç şirketleri o hastalara ömür boyu ilaç satabilecekken, gen terapisi sadece bir kez uygulandığında – buna “Single Shot Cure” deniliyor – o hasta düzeliyor ve gen yapısı normal insan genine dönüyor. Dolayısıyla ilacı altı yüz bin dolara da satamazsan kâr elde edemiyorsun. Bu sebepten bazı şirketler uzak kalıyor. Ama ülkemiz gibi veya Ortadoğu’ya yakın fakir ülkeleri göz önünde bulundurduğumuzda o ilaçları üretmek yerine bu gen terapiler ile birlikte hastalıkları tedavi etmek hem daha olası hem de daha ucuza mal olabilecek.

Hamit Can Sayılgan: Yakın zamanda mı gelecekte mi?

Cihan Taştan: Çok yakında. Daha bugün gündem konusuydu Çin’in insan üzerinde CRISPR tekniğini kullanması. Normalde tamam, ilaçlarla o çocuk AIDS’e yakalanmadan uzun süre yaşabiliyordu. Ama adamlar dedi ki embriyoyken bir tane gen var CCR5 denen, HIV virüsü ona bağlanarak T hücrelerine bulaşıyor, sen o geni silip, kapattığında artık olmayacak. Dolayısıyla istediği kadar virüs vücutta olsun bir noktadan sonra ilaçlarla gidiyor zaten. O virüste çocukta çoğalamadığından dolayı çocuğun iyileştiği söyleniyor tabii daha yeni.

Hamit Can Sayılgan: Bu sabah gördüm ben de haberi, çok fazla konuşuluyor.

Cihan Taştan: Evet, bütün sosyal medya çalkalanıyor. Şuan her yeni teknoloji, bizim hazır olmadığımız birçok etik sorunu ortaya çıkartıyor.

Hamit Can Sayılgan: Çin’in etik sorunları bir kenara atıp, kapalı kutu gibi çalışmaları gerçekleştirdiği yönünde tartışmalar mevcut hocam.

Cihan Taştan: Şu an bence Çin çoğu sorunun cevabını da görüyor. Mesela kanser immunoterapide PD1 denen bir molekül var. Bu PD1 molekülünün bağışıklık hücrelerinde bulunması kanser hücrelerine karşı savaşmasını engelliyor. Niye? Çünkü kanser hücresi hemen bir sinyal yolluyor asker hücreye, asker hücre hem onu hem de kendisi öldürüyor. Bunu engelleyebilecek ilaçları üreten yurt dışında şirketler var ve bunların etiket fiyatı yüz elli bin dolar ve bunları ülkemizde her zaman satın alabilecek insanlar olmuyor. İşte CRISPR sistemi bunu bir anda kesiyor. Niye? Sen o insanın T hücresinden PD1 genini silersen hastalık bitiyor. Artık ilaç vermene gerek kalmıyor. Bu seneki Nobel Ödülü “Immune Checkpoint” keşfeden bilim insanlarına gitti. Bu ilaçları geliştiren insanlar buna yol açtı. Bizim gibi ülkelerin bu ilaçları üretebilecek gücü yoksa CRISPR gibi sistemleri geliştirerek onların önüne geçebilecekler.

Hamit Can Sayılgan: Sizce bunların yapılması etik mi hocam?

Cihan Taştan: Bunun çok sıkı kontrollerinin yapılması gerekiyor. Hiçbir çocuğun ailesi böyle bir hastalık tedavisini reddetmez. Hastalık, o çocuğun ölmesiyle veya aile kuramayıp, toplumdan dışlanmasıyla sonuçlanacak. Zaten ailesi de iyileşmesi için onay veriyor. Fakat bir noktadan sonra bunu bir kere yapmayı öğrenen ekip, o insanı zeki de yapabilir, saçını, göz rengini de değiştirebilir. Bu o kapıları açıyor. Dolayısıyla hiçbir insanın ellerini bağlayamayacağın için denetimi sıkı tutmak lazım. Özellikle Çin az önce bahsettiğim PD1 için seksen altı hasta üzerinde uygulama yaptı. Amerika’da bile sadece birkaç hastaya yapıldı. Bir anda hızlı bir şekilde geliyor çünkü hastalar da onay veriyor. Tabii belki orada da maddi durum kötüdür veya etik sorunların üzerine durmuyorlardır.

Hamit Can Sayılgan: Aslında ölüm mü? Yoksa deneysel bir çözüm süreci içerisine girmek mi? Seçeneği sunuluyor.

Cihan Taştan: Buradan öğrendikleri deneylerle tedavi dışında yapacakları şey insanları tasarlamak olacak. Etik sorusu değil, her yeni teknoloji insanı savunmaya itiyor. Acaba bilgisayar bizi daha mı asosyal yapacak gibi? CRISPR’da bizi daha mı farklı insan yapacak? sorusu doğuyor.

Hamit Can Sayılgan: Ama zaten bakıldığında insan evrimleşen bir canlı değil midir? Yani burada Dünya’yı değiştirmek yerine belki de insanların değişmesi gerekiyordur.

Cihan Taştan: Şimdi söyle düşünün, fabrikalar yavaş yavaş robotik hale geliyor, bu on beş, yirmi yıl sonra eğitimsiz birçok insanın işsiz kalması anlamına gelecek. Bunu bir de CRISPR açısından baktığımızda; CRISPR gibi genetik modifikasyonlar çok fazla ilerleyecek, çok zeki ve güçlü insanlar üretilecek. Normal insanlar bu sefer o insanlara karşı bir antipati duyacaklar. “Benim ne suçum vardı ki o benden daha zeki?” diyecekler. Neden? Çünkü onun ailesi zengindi, o şekilde üretmesini istedi. Ters taraftan bakarsak çocuk belki de zeki olmak istemeyecek. Çok zeki olmak da iyi değil. Tabii bu durumda onun iradesinde olan bir şey de oluyor. Ardından sosyoekonomik sorunlar da baş gösterebilir.

Hamit Can Sayılgan: Hocam, siz çocuğunuza hastalık dışında genetik modifikasyon yapmak ister miydiniz?

Cihan Taştan: Ben, şu an evet diyemiyorum.

Hamit Can Sayılgan: Hayır da diyemiyorsunuz?

Cihan Taştan: O anın şartları çok önemli.

Hamit Can Sayılgan: Terminatör filmindeki gibi üst düzey bir savunma mekanizması gerektiren yaşam koşulları içerisinde olacağımız bir dünya olursa yaparsınız mı demeliyiz?

Cihan Taştan: Öyle bir zaman gelecek ki hastalığa yakalanmayan çocuklar üretilecek ya da öyle hastalıklar çoğalacak ki senin o hastalığa yakalanmaman için senin genetiğinin daha en başından modifiye edilmesi gerekecek, diyecekler. Ancak o zaman yapılabilir.

Hamit Can Sayılgan: Hocam son söylediğinize katılıyorum. Bu yaşam koşullarına itilecek gibi insanlık ama etik konularının bir kısmının da ilaç şirketleri tarafından açıldığını düşünüyorum.

Cihan Taştan: Böyle milyarlarca dolarların döndüğü gelişmelerin önünün kesmek, bu durum çok ütopik ve gerçekçi değil. Gerçekçi olan şey nedir? Şirketler kendi sistemlerinin hacklenmemesi için ya da güvenlik açıklarının kapatılması için hackerları işe alırlar. Çünkü onu yapabilecek insanlar o açıkları görür. Bizim milletimizin de daha çok genetik mühendisliği ile açığımızı görmemiz veya bu konuyla ilgilenmemiz gerekir. Az önce sorduğunun soruları, farklı yönleriyle bilen insanlar yetiştirdikçe artık biz şunu yapacağız; kendi insanlarımız için bu tedaviler yapılsın mı yapılmasın mı? İsmini unuttuğum geçmişte yaşamış bir bilim insanımızın, bebek ölümlerine sebebiyet veren bir ilacı ülkemizde engellemişti.

Hamit Can Sayılgan:   Süreyya Tahsin Aygün!

Cihan Taştan: Evet. Böylelikle birçok bebek ölümlerinin önüne geçilmişti.

Hamit Can Sayılgan: Hocam, Thalidomid ve Fokomeli faciasını Süreyya Tahsin Aygün engelliyor. İlaç Almanya’da geliştiriliyor ve hamilelerde uyku, bulantı gibi durumları engellendiği söyleniyordu fakat ilacı kullanan insanların çocuklarında Fokomeli hastalığına neden oldu.

Cihan Taştan:  Doğru. Bu Amerika’ya kadar uzandı çünkü zengin aileler bu ilacı talep ediyordu. Çünkü onlar uyku, bulantı veyahut hastalığa çare olacağını zannettiler. Hiç kimse yan etkisinin bu kadar aşırı olduğunu görmedi. İşte, kendi toprağımızda yetişen bilim insanımız bizim birçok çocuğumuzun hastalığa yakalanmamasına neden oldu. Biz işin arka planını ne kadar iyi bilirsek ve işin biyo-hackerlığını bilen insanlarımız ne kadar çoğalırsa o kadar uyarıcı ve yön gösteren insanlarımız da çok olur. Aynı şekilde biyo-güvenlik ve denetim mekanizmalarımız bu bilim insanlarıyla geliştirilecek ve etik sorunların cevaplarını verebilecek bir toplum olacağız.

Hamit Can Sayılgan: Çağrışım sorusu sormak istiyorum. Hocam, moleküler biyoloji ve genetik denince aklınıza ne geliyor? Bunu bir cümle veya bir kelime ile ifade etmenizi istiyorum.

Cihan TaştanCoding (Kodlama)

Hamit Can Sayılgan: Türkiye’de yaşanan siyasal veya toplumsal olaylar bilime karşı olan motivasyonunuzu etkiliyor mu?

Cihan Taştan: Çok güzel bir soru. Sosyal medyayı çok aktif kullanmama rağmen çok az insan takip ediyorum. Bunun sebebi insanların birbirlerine karşı kullandıkları farklı tabirlerden ötürü. Ben bilim odaklı ve hayvanları, böcekleri, çiçekleri yani insanlardan başka evreni anlamamı sağlayan paylaşımları içeren bir ana sayfa tercih ediyorum. Bu tercihim beni siyasal ve toplumsal olaylardan uzak tutuyor ve kafam daha rahat oluyor. Bir de bu alanda senin en büyük sermayen beynin, dolayısıyla çok fazla şeye kafanı takman tamamen sorumsuzluk.

Yaptığım konuşmalarda da söylerim. Önceden benim hayalim Harvard’da Post-doc yapmaktı. Ama şu an Harvard’a gitmek dahi istemiyorum. Gittiğimi düşündüğüm an burada çalıştığım hastalıklara ve o hastalara hayal kırıklığına sebebiyet vererek o tedavi ve ilaç gelişim süreçlerinin kapısını aralamamış olacağım ve başka biri de ardından devam ettiremeyecek. O sebepten buradaki çalışmalarımı motivasyonla sürmek için gayret ediyorum.

Hamit Can Sayılgan: Burada çalıştığınız süre boyunca neyi hedefliyorsunuz?

Cihan Taştan: Bir Hashtag’e çevirecek olursam ben, “#GenTerapileri” denen; bir hastalık olmadığı gibi birden fazla tedavi yöntemlerini içeren bu alanda ilerlemek, uzmanlaşmak istiyorum. Akademik ve bilimsel çalışmadan ziyade “X’in tedavisini nasıl geliştirebiliriz?” üzerine. Tabii yine bilimsel makaleler ve patentler bunun üzerinden çıkacak. Biz bunu insanda görmek istiyoruz. İnsanların gerçekten yaşadığını, mutlu olduğunu görmek…

Hamit Can Sayılgan: Projesini bizzat sizin yürüttüğünüz ve hevesli öğrencilerle birlikte ortaya koyduğunuz CRISPR Genom Modifikasyon T101 gibi eserler gelecek mi?

Cihan Taştan: Gelecek. Şubat-Mart aylarında sadece nadir genetik hastalıklar üzerine birçok yazarın katkıda bulunduğu bir kitabımız yayınlanacak. Biz kitabın gen terapisi bölümünü yazdık. Zamanım olduğu sürece T101 eserini ortaya koyduğum öğrenciler ile çalışmalar yapacağım. Şu an hedefim ilk olarak bahsettiğimiz tedaviyi hangi zorluklardan hangi aşamalardan geçerek bu heyecanı tattığımızı insanlara aktarmak olacak.

Hamit Can Sayılgan: Hocam sizin çalışmalarınız multidisiplinler bir alan içeriyor mu?

Cihan Taştan: Güzel bir soru. Artık gen tedavilerinin bir tık ötesi doku, biyo-mühendisliğe giriyor. Bazı hastalıklar var ki onların sadece genetiğini değiştirmek yetmiyor. O bölgeye o hücrelerin yerleştirilmesi ve hücrelerin yaşayabilmesi için belli ortamın oluşturulması gerekiyor. Bu da üç boyutlu doku ve yapay deri üretilmesi alanına giriyor. LabCell’de yapay deri ve kulak üretiliyor. Hele bir de genetik bir hastalık varsa sen oraya ektiğin hücrelerin genetiğini tamir ediyorsun daha sonra biyo-mühendislik tekniklerini kullanarak da o hastanın ihtiyacı olan bölgesine entegre edebiliyorsun, dolayısıyla en başından en sonuna multidisiplinler bir yaklaşım içeriyor.

Diğer taraftan Twitter sayfamda görmüşsündür İstiklal Marşı’nın ilk dizesini şifrelemiştim sağolsunlar internet üzerinden iki genç bana ulaştı ve bunun yazılımını yaptılar. Ardından o arkadaşları buraya davet edip bir iş planı çıkarttık. Amacım insanlara sadece fikir sunmak değil aynı zamanda o fikri iş planı ve satışa dönüştürebilir hale getirebilmelerinde onlara yol göstermektir. İnsanlar bunların tadını aldıkça bu şekilde devam edecek.

Hamit Can Sayılgan: Hocam göstermiş olduğunuz ilgi ve ayırmış olduğunuz vakitten ötürü çok teşekkür ediyorum. Bilgi bombardımanına maruz kaldığımı söylemeliyim.

Cihan Taştan: Rica ediyorum. Meraklı herkese kapım her daim zaman açık.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s